Bin Bir Gündüz Masalları
Ayrıntıların bir izdihama sebebiyet verdiği gerçeği ve üstünkörü bir imgelem sonra da maruzat belleyip iki yakasını çekiştirip benliğimin, bir üçüncü yaka arayışım: ha İstanbul’un bozguna uğradığı ha iç sesimin karamel rengi… Rüştünü ispatlamış cümlelerde bağdaş kurma istemi ile yola çıkıp metazori bir gülümsemeyi de kundaklayıp, deşifre ettiğim bir çizelge belli ki alacak-verecek listem ve ne çok ölü kaydı var izlek babında ben de ölü bir tekerlemeye rast gelip kendimi nakarat bellediğim bir satırdan da alırken boyumun ölçüsünü. Dünün inhisarı. Günün ayrımcılığı. İnsanlık adına kaldıysa bir beklentim… Aslıma dönüp aykırı bir mizaç bellediğim her saat başı uyutulmaya dair bir fetva verirken evren. Ruhumun izbelerinde dolduruşa geldiğim belki de sahil yolunu toprakla doldurup ben hala iç sesimi bir üst geçit yapmaya dair bir saptama ile Çevre ve Şehircilik Bakanlığına sunduğum maruzat dilekçem. Alıp da boyumun ölçüsü kös kös adımladığım insanlık tarihi.Şirret bir imge şimdi de boy gösteriyor belli ki hala ikna olmamış içse sesim derken yaygaracı bir çocuk tutup da elinden annesinin ansızın bir tokat yemenin vebalini de üstlenmişken.Ne yani, günü gününe uymalı mı insanın? İçimin parklarındayım yine gece gece aslında gün seğiriyor gözümde ve gece tüm patavatsızlığı ile hücum ediyor şafağa sayılı dakikalar kala oysaki şafağı atmış bir sancıdan alıp da nasibini gecenin körü asfalt çalışmalarına kalkışan bir yol işçisinde sitemde bulunurken uyuyan imgeler. Tarhındayım yalnızlığın ve anlam yığını bellediğim adları ve sıfatları hazır ol’da tutup mıntıka temizliği yapmaya dair bir eylem ile sırtlanmışım belli ki dünyanın yükünü.Ön sözünü aşırdığım o yazmadığım roman.Yazıp da yeniden okumaya cesaret edemediğim hangi hikâyenin kahramanı ise karabasan bir cehalet ile ben bile sonunu hatırlamaktan imtina ettiğim ve derken yeni bir hikâyenin kollarına atmışken kendimi belli ki soyağacımın tutsağıyım ne de olsa bir e-devlet şifrem bile yok.
Öncem de yoktu ne yazık ki hatta bir ara kaybettiğim nüfus cüzdanıma acaba kimlerdi sahip çıkan, deyip alı al moru mor zamanlardan geçmiştim. Zaman örselerken kayıtlarda gözükmeyen sicil numaramı da kaydetmeyi unutup boşa düşmüş bir vatandaş nazarında gözlerimin çukurunu istila eden ıslak imzalar vardı hepten koyu hepten koruk hepten yitik zamanın da yasını tutalı çok zaman olmuşken.Göreceli ihanetlerin de baş tanığıyım. Birbirini unutan insanların yakalarındaki isimlerden bile alacaklıyım. Söz konusu olan unutulmuşluk ise unutkan olduğuma delalet bin bir gece masallarından artık hangi aralığındayım kim bilir yine geceden çıkıp da yola gün yüzü gören bin bir gündüz masallarını yazmaya aday.Kirli bir çamaşır kokan teninde belki de yoz güdüsünde mağara insanının çalıntı bir mutluluğu bile çok gören hangi zümreyse ben katıksız sevdalıyım hayata derken soluk bir tenin peyzajında solgun bir çiçek nazarında kuru topraktan da farkım yok yine su niyetine sevgiyi boca etmelerini beklediğim yine de solmaktan geri duramadığım.Bir kehaneti sahiplenmek nasıl da olası ve bir ara name bulup, kundaklanan mutluğun sahibesini ararken huzur polisi yine huzur operasyonuna çıkıp da tüm huzursuz insanları hücreye tıktığı.Alacaklı herkes birbirinden lakin ne bir kayıt ne bir isim.
Borçlu da herkes ama öncelikle kendine:
Sevdiği kadar sevilmeyi dilediği ya da saygınlığın fetvasından çıkıp da yola çivileme atladığı hayallerinde bir katre de olsa anlaşılmayı talep ettiği.Sıcağın erittiği buz yığınları aslında buz tutan yüreklerde her nasılsa yanmakta olan o kor ve dibe vurmuş hayallerde bir nebze de olsa aşka hürmet eden soylu âşıklardan hangisi ise yine izbelerde saklı ve soluğunu tutmuş bekleyen ama ne için?
Yazar : Y. GÜLÜM